Bu Blogda Ara

Sayfalar

27 Ekim 2010 Çarşamba

çınar ağacı


Çınar Ağacı
            Büyük bir derenin kenarında çınar ağacı varmış. Bu koca çınar ağacı yıllarca çevresindeki bütün hengameye rağmen yalnız kalmış, kendini yalnız hissetmiş. Çok zaman sonra çınar ağacının dallarına bir kanarya yuva yapmış. Herkese uzak duran kimseyle bir şeyini paylaşmayan çınar ağacı kanaryaya ısınmış, hatta onu sevmiş. Onun varlığından neşe bulmaya hayat bulmaya başlamış.

             Kanaryayı o kadar sevmiş ki dalları ile onu korumaya ona yurt yuva olmaya çok alışmış. Her seher vakti hafif esintilerle onu uyandırmış, öğlenin sıcağında onu güneşten korumuş.  Akşamları yaprakları ile onu soğuktan yağmurdan korumuş ve korumaya and içmiş. Dallarının her sallanışı ile  kanaryaya şarkılar söylemiş, şiirler okumuş. Onunla vakit geçirmek o kadar hoşuna gidiyormuş ki herşeyi unutabiliyormuş yanında kanarya olunca, kanarya ile hasbihal edince.

            Ama bu hasbihal bizim bildiğimiz şekilde değilmiş. Hep çınar konuşur, kanarya susarmış, hiç ses etmezmiş. Yine de umursamazmış bunu çınar ağacı. Yeter ki kanaryası yanında olsun. Başka ne ister hayattan.

            Belli bir süre sonra bahçenin sahibi belli bir yılın üzerindeki ağaçları kesmeye karar vermiş. Kesilen ağaçları tomruk yapıp o şekilde değerlendirecekmiş. Gün gelip gitme vakti gelince
             "Kanarya gitmeni istemiyorum,  ne olur burada kal, seninle vakit geçirmek hoşuma gidiyor." demiş, ama 

             "Seni seviyorum gitme !" dememiş.

            Çınar ağacı da hiç gitmek istemiyor ama bahçe sahibinin kararını değiştiremeyeceğinide biliyor. Çaresizce gitme vaktini beklerken kanaryanın neden,

             "Seni seviyorum gitmeni ondan istemiyorum!" demediğini, diyemediğini merak edermiş.

26 Ekim 2010 Salı

GURBETTEYİM



GURBETTEYİM 

 
Görmemek için kapatmışsan bal rengi gözünü,
Kül rengine döndürmüşsün gülen yüzünü,
Sakınır olmuşsan benden sevgi sözünü,
Nerede olsa fark etmez gurbetteyim ben.

Fark eder mi sence çınar mı, yoksa çalı mı ?
Fırtına oldun döktün benim yaprağımı, dalımı,
Nasıl olsa üç beş kişi kaldırır elbet salımı,
Sen yoksan fark etmez mezardayım ben

Çiy damlası oldum, sığındım yaprağına,
Ağır mı geldim yük mü geldim dalına,
Korktum üşüdüm,koymadın bile yanına,
Şimdi yüce dağlarda donmuş karım ben,

Koca Çınar

Gelincik hakkında bilmek istediklerinizle karşınızdayım.
  Çınar Ağacı
            Büyük bir derenin kenarında çınar ağacı varmış. Bu koca çınar ağacı yıllarca çevresindeki bütün hengameye rağmen yalnız kalmış, kendini yalnız hissetmiş. Çok zaman sonra çınar ağacının dallarına bir kanarya yuva yapmış. Herkese uzak duran kimseyle bir şeyini paylaşmayan çınar ağacı kanaryaya ısınmış, hatta onu sevmiş. Onun varlığından neşe bulmaya hayat bulmaya başlamış.

             Kanaryayı o kadar sevmiş ki dalları ile onu korumaya ona yurt yuva olmaya çok alışmış. Her seher vakti hafif esintilerle onu uyandırmış, öğlenin sıcağında onu güneşten korumuş.  Akşamları yaprakları ile onu soğuktan yağmurdan korumuş ve korumaya and içmiş. Dallarının her sallanışı ile  kanaryaya şarkılar söylemiş, şiirler okumuş. Onunla vakit geçirmek o kadar hoşuna gidiyormuş ki herşeyi unutabiliyormuş yanında kanarya olunca, kanarya ile hasbihal edince.

            Ama bu hasbihal bizim bildiğimiz şekilde değilmiş. Hep çınar konuşur, kanarya susarmış, hiç ses etmezmiş. Yine de umursamazmış bunu çınar ağacı. Yeter ki kanaryası yanında olsun. Başka ne ister hayattan.

            Belli bir süre sonra bahçenin sahibi belli bir yılın üzerindeki ağaçları kesmeye karar vermiş. Kesilen ağaçları tomruk yapıp o şekilde değerlendirecekmiş. Gün gelip gitme vakti gelince
             "Kanarya gitmeni istemiyorum,  ne olur burada kal, seninle vakit geçirmek hoşuma gidiyor." demiş, ama 

             "Seni seviyorum gitme !" dememiş.

            Çınar ağacı da hiç gitmek istemiyor ama bahçe sahibinin kararını değiştiremeyeceğinide biliyor. Çaresizce gitme vaktini beklerken kanaryanın neden,

             "Seni seviyorum gitmeni ondan istemiyorum!" demediğini, diyemediğini merak edermiş.

Ormanın en güzel yerinde yaşayan bir gelincik varmış. Gelincik o kadar güzelmiş ki bırakın diğer gelincikleri tüm ormandaki çiçekler bitkiler onu kıskanırmış. Çünkü onun güzelliği sabah güneşi gibi tekrar can verirmiş uyuyan doğaya. Her an güzel, her an canlı, her an alımlı imiş. Bir gün bu güzelliğe koca çınar ağacıda tutulmuş. Tutulmuş ama ne tutulma. Sert yapısı ile meşhur olan koca çınar ağacı sanki incecik bir dal gibi salınır olmuş gelinciğin çevresinde. Her zaman olduğu gibi nefret karşılıklı ise sevgide karşılıklı imiş. Bir zaman sonra gelincikte ilgi duymuş koca çınara. Bu ilgi zamanla sevgiye, aşka dönüşmüş. Bu aşk neredeyse gözlerini kör etmiş. Ne ormandaki başka çiçekler nede başka ağaçlar umurlarında olmamış. Bir yakın bir arkadaşı olan gonca gül uyarmış gelinciği:
        - Bak o artık koca bir çınar sen ise gencecik bir gelinciksin neden onu istiyorsun neden onu seviyorsun neden başkası değil demiş.
         Gelincik hiç düşünmeden cevaplandırmış soruyu;
       - Bak arkadaşım ben dünyada en kısa yaşayan çiçeklerden birisiyim. Benim ömrüm nisan ayı ile haziran ayları arasına sınırlı. Bu sınırlı hayatımı beni seven ve beni en iyi anlayan kişi ile geçirmek istiyorum. O koca ihtiyar çınarı en iyi ben anlarım. Beni de en iyi o koca çınar anlar.

25 Ekim 2010 Pazartesi


Kalp Ülkesi 
               Bir gün can ile canan bir araya gelmişler. Hiç konuşmadan özlem gidermekte, gözlerle hasbihal etmektedirler. Ama bir süre sonra Canan (sevilen), Can kuşunun sevgisinden şüphe etmekte bir başkasına da gönül vermesinden kuşku duymaktadır. Dayanamaz  kuşkusunu birazda iğneleme ile dile getirir.
             "-Sen deve dikenini de seviyormuşun doğrumu" der. Aşık maşukuna şu cevabı verir:
             "-Kalpteki sevgi ülke yönetimine benzer. Nasılki bir ülkeyi iki padişah birden yönetmeye kalksa kargaşa çıkarsa ve yönetilemezse, bir kalpte iki sevgi birden yer almaz."          

Çiçeğin Çektiği

Çiçeğin Çektiği

           Dervişin biri bir şehirden diğerine yolculuk yaparken ıssız bir yerde ağaç gölgesine oturmuş âlemi seyredip Allahın büyüklüğünü ve yaratıcılığını görüp hamd ediyormuş. Yakınlarında içten içe bir ağlama sesi duymuş. Bakmış ki Gelincik çiçeği kan rengindeki yapraklarını tek tek yolmakta ve gözyaşları dökmekte imiş.
Derviş dayanamamış:
-“Sen ne yapıyorsun kendi kendine neden zarar veriyorsun?”
Gelincik çiçeği,
-“Ne yapayım başka çarem mi var?” demiş
Derviş,
“Nedir derdin, neden çaresizsin”
Gelincik çiçeği,
“Başıma ne geldi ise şu yapraklarım yüzünden geldi, bıktım artık dayanamıyorum”
Derviş,
“Ama neden?” diye sorarak daha da meraklanmış derviş.
Gelincik çiçeği,
“Bizim serçe ile sevgimiz pek bilinmese de, büyük bir aşk yaşıyorduk. Benim normal rengim bembeyazdı. Serçe bana sevdasını anlatamayınca her gün başucumda kanlı gözyaşları döktü. Her damla gözyaşıyla benimde rengim değişti kan kızılı oldum. Bu renk bizim aşkımızın alametidir.”
Derviş,
-“eeeeeeeee”
Gelincik çiçeği,
“Her gelen yabancı beni koparıp evine, yurduna götürmek istiyor. Hâlbuki ben hiçbir yere gitmek istemiyorum, Güzel kalmak değil aşkıma sadık kalmak istiyorum. O nedenle bana güzellik veren yapraklarımı yoluyorum ki güzel görünmeyeyim, beni kimse beğenmesin, aşkım lekelenmesin.”
Derviş,            
“Haklısın keşke herkes senin kadar samimi olsa.”  demiş.

GÜZELLİK

Bıktım Şu Güzellikten
 
            Cahil ama bunun farkında olmayan adamın biri üstüne bir kaftan alır. Yeni elbisesi içinde kendisini çok farklı, çok alımlı ve bir okadar da kendini güvenli hisseder. Çevresindekiler cahilin bu tavrından rahatsız olurlar.
             Sohbet ehli birisi,
             "-Acele etmeyin şuna bir oyun oynayalım, aklı başına gelsin." der. Yanına varır adamı övgüye boğar.
             "-Sen ne kadar iyisin. Senin ne kadar kuvvetli kolların bacakaların var. Ne kadar alımlı güzel bir yüzün var" der.
             Cahil bu sözlerle böbürlenir hoşuna gider. Duyduğu her sözle gururu kibri kabarır. Halbuki o esnada  diğerleri ona fark ettirmeden kaftanınn her tarafına pis kokular sürerler, belli kısımlarınıda çamur yaparlar. Cahil  Kaftanın giyer. Kibirden ne koku duyar ne çamur görür.
              Yolda yürürken herkes kendisine bakmakta. "Bu ne berbat koku, ne bu çamur deryası adam !" demektedirler. Ama cahil yanındakine şöyle söylemektedir.
               "-Bıktım şu güzellikten gelen geçen bana bakıyor."
 


*Adamı adam eden elbisesi değil, kişiliğidir.