Bu Blogda Ara

Sayfalar

9 Ocak 2011 Pazar

GEÇ KALAN TEŞEKKÜR

Geç Kalan teşekkür
Çocukluğumuz dağlarda geçti. O nedenle hala şehir hayatına tam anlamıyla adapte olduğumuz söylenemez. Dağlar özgürlük demektir. Dağlar insana kendince yeni şeyler deneyebilme şansı verir. Dağlar insanın belirli melekelerini geliştirir. Şehir hayatı ise sınırlar. Sınırlanmış bir hayata alışamayan insanları şehir hayatı boğar. Şehir dağların adamına mahpus olur mezar olur.
Kim bir mezarda yaşamak ister ki şehir dostluk nedir bilmez. Şehir paylaşma nedir bilmez. Şehirde dostluklar yalan paylaşmalar riya gelir bana. Hani türkülerimize geçen bir söz var ya “Ah yalan dünya” şeklinde o yalan dünya bana kalırsa sadece şehirde var. Köyler samimiyet kokar, dağlar dostluk kokar, dağlar sevgi kokar, sevda kokar.
Küçüktüm dokuz veya on yaşlarında idim. Köyümüzde en az yedi sekiz tane davar sürüsü vardı ve biz onları keşik dediğimiz sıra sistemine göre güderdik. Bu davar sürüsünün ayrıca oğlakları içinde ayrı bir keşik olurdu. Bir gün davar güden ertesi günü oğlak güder ve sıra tekrar kendine gelinceye kadar keşik sistemi sürü sahiplerinin çokluğuna göre on beş veya yirmi günde bir tekrar aynı kişiye gelirdi.
Eylül ayının başları idi oğlak keşiği bize gelmişti. Beni diğer keşikteki başka bir abiye emanet ederek oğlağa göndermişti anam. Ilkılık denilen davar sürüsünün toplanma yerinden oğlakları alıp dağlarda otlatacaktım. O gün hava kapalı idi. Anam “Aman oğlum dikkat et, elin havarına, bağına girdirtme, akşama birde zarar ziyan ödemeyelim” diye sıkı sıkı tembih etti. Yanımda ki abiye de “Buna göz kulak oylardım et.” Dedi. Fakat oğlakları ağıldan salmamızla yaklaşık atmış yetmiş oğlak her bir yana dağılmaya başladı. Güç bela toplayıp otlatacağız yere doğru sürmeye başladım.
Çocuktum ufacıktım aklım oyunlarda idi ama oğlaklar fırsat vermiyordu ki oyun oynayayım. Saat dokuz gibi beni emanet ettikleri abi kendi keşiğinin peşinde kaybolmuştu bile. Kapalı hava yavaş yavaş çiselemeye başladı. Ben hem yavaş yağıyor diye umursamadım hem de oğlakları bırakamadım. Oğlaklar yöremizde gilik denilen dişi pelit kozası (meşe palamudu) peşinde koşuyor, bende onların peşinde bağlara gitmesin diye.
Saat kaç olmuştu hatırlamıyorum. Fakat sırtımdaki giyeceklerim yağmur suyunu iyice emmiş ve ağırlaşmıştı. Yağmur iyice hızlanınca oğlakları ormana ağaçların altına topladım ama ben üşüdüğüm için çok kötü titriyordum. Yanımdaki kibritim ıslandığı için ateşte yakamıyordum. Dişlerimiz bir birine vurması ile takır takır ses çıkarıyordum.
Az sonra başka bir keşikte davar güden Ayşe teyze geldi benden iki yaş büyük kızı ile birlikte. Bulunduğumuz yerde Eski Roma Döneminden kalma kaya oyma inler vardı. Bir ateş yaktı ısınmaya başladık. Isınmaya başladık ama benim zangırdamam duracak gibi değil. Ayşe teyze bana baktı hemen “Gel oğlum buraya, sen böyle giderse hasta olacaksın” dedi. Hemen ceketimi çıkardı. Bana “Çabuk kazağını da pantolonunu da çıkar” dedi, bir taraftan da kazağımı asılıyordu. Bense utandığım için hiçbir şeyimi çıkarmak istemiyordum.
Ayşe teyze hem beni zorlayarak hem de yalvararak üzerimde ne varsa çıkartarak iyice kuruttu tüm çamaşırlarımı. Giyindim yağmurda durmuştu, üşümemde tamamen geçmişti. Ayşe teyzeye utandığımdan bir sağ ol bile demeden inden ayrılıp tekrar oğlak peşine koşmuştum. Ayşe teyze bir yıl sonra yine davar keşiğine gideceği bir sırada kamyon altında kalpı vefat etmişti. Sana o zaman diyemediğim teşekkürümü Fatiha ile bu gün diyorum. Sağ ol Ayşe teyze desem de sağ değilsin. Allahın rahmeti seninle olsun…
Şimdi söyleyin şehirde hangi kadın yapar bu davranışı, yapsa bile çocuğun ana babası kadına sapık gözü ile bakmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder