Bu Blogda Ara

Sayfalar

9 Ocak 2011 Pazar

Kirpik Falı

Kirpik Falı

Çeşme başında azığımızı açmış olanları iştahla yemiş ve işi oyuna dökmüştük. Çeşmenin kenarlarındaki çamurlardan sıyırmış o çamurlardan etrafımızda gördüğümüz üç beş kereste kamyonu cip ve Java motorlardan yapmaya çalışıyorduk. Ben daha çok kamyon yapmayı seviyordum. Çamurdan kamyonu güneşte kuruttuktan sonra karamık adı verilen çalılardan üzüme benzeyen yemişlerini toplardık. Karamık yemişini çamurdan kamyona sürüp mor veya siyah renk elde edip hayallerimizdeki arabalara sahip oluyorduk.

Biz çamurdan arabalarla uğraşırken çoban olduğumuzu unutmuştuk bile. Üç beş arkadaşla beraber dağlarda kendi hayvanlarımızın çobanlığını yapıyorduk.  Hepimizin önünde yaklaşık beş altı tane hayvan vardı. Kendi ineğimiz öküzümüz, keçimiz, oğlağımız. Yerlerde tozun toprağın üstüne yatmış arabalarımızı süreceğimiz şose yollar yapıyorduk. Henüz asfalt yol görmediğimizden bizim için en lüks yol şose yollardı.

Oyundan sıkılmış gelincik çiçeği toplamaya başladık zaten gelincik çiçeğinin son zamanları idi. Birer demet topladık sonra çoban çiçeği toplamaya başladık. Hepimiz eve çoban çiçeği götürecektik. Eve çoban çiçeği asarsan o eve yılan gelmez derlerdi. Evimizi yılanlardan koruyacaktık.

Saat öğleden sonra üç gibi çobanları olduğumuz hayvanları hatırladık acaba nerede sağa sola baktık ineklerle öküzleri bulmuştuk, bir gölge bulup yatmışlardı. Keçi ve oğlakları nereye baktıysak bulamadık. Yakındaki diğer köyün sınırı olan tepeye geldik bulamayınca kirpik falı* atmaya karar verdik. Biz kirpik falı atarken komşu köyün koruma bekçisinin yanımıza geldiğini fark etmemiştik bile. Kulağımıza yapışan el ile kendimize geldik. Bekçi heybetli ve sert görünüşlü birisiydi.

“Söyleyin bakalım burada ne arıyorsunuz?”

“Şey, aslında biz …” Zaten iyice korkmuşuz ne diyeceğimizi bilemeyip geveleyip duruyoruz.
“Söylesenize dilinizi mi yuttunuz?” Biz çoktan ağlamaya başlamıştık bile. Nasıl olduysa cesaretimi toplayıp:

“Biz keçilerimizi kaybettik onları arıyorduk.” dememle adam daha da hiddetlendi.

“Hem çoban olacaksınız hem de kaybedeceksiniz önünüze katılan malları haaa! Ben sizden önce kirpik falına baktım sizin keçiler bizim köyün korumasında babanız gelip cezayı yatırıp davarları alacak”

Hepimiz birden yüksek sesle ağlaşmayı artırmıştık.

“Bekçi Emmi bizi affet babamız, anamız bizi çok döver” desek te,

“İyi ya bir daha size emanet edilen mallara daha çok dikkat eder kaybetmez, onların ziyana girmesini engellersiniz. Dua edin sizi korumaya* götürmüyorum.

Biz bekçi dövecek korkusu evde akşam dayak var onun korkusu başka köyün korumasına ceza yatacak onun korkusu tamamen tırsmıştık. Bekçi yüzümüze baktı;

“Söyleyin bakalım siz kimin oğlusunuz?”

Hepimiz babalarımızın adını verdik. Bekçi babamın adını duyunca gülümsedi:

“Çocuk babana dua et çok ekmeğini yedim. Gökçe’nin selamı var de.”

“….”
 “Keçileriniz şu inin içinde alın gidin bir daha sizi burada görürsem bacaklarınızı kırarım.”

 Biz bekçiye sağ ol bile demeden oradan bir gidişimiz var ki, keçileri almamızla köye doğru sürmemiz bir olmuştu. O günden sonra bir daha kirpik falına ihtiyaç duymamaya dikkat ettik.

  

Kirpik falı: Kirpiklerinden birkaç tane yolunur sol avucunun içini tükürükleyip yolunan kirpikler üstüne konulur. Sağ elinin işaret parmağı ile orta parmak hızla tükürüklü avuca vurulur. En çok kirpik nerede ise aradığın nesne o yönde demektir.
Koruma: Sahipsiz hayvanların sahibi gelip, hayvanın verdiği zararın cezasını ödeyinceye kadar tutulduğu ahır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder