Bu Blogda Ara

Sayfalar

6 Aralık 2010 Pazartesi

KARPUZ KABUĞU:
 
         Çeşmeye ablamla beraber su doldurmaya gitmiştik. Ellerimizde su kabağından yapılma kaplarımızla beraber çeşmeye varmıştık. Ablam arkadaşları ile beraber konuşurken ben çeşmenin oluğuna su kabağını dayamış doldururken bir anda çeşmenin teknesine düştüğümü hatırlıyorum. Kendime geldiğimde sudan çıkarılmıştım ve çenemde alt dudağımın altından kanlar aktığını fark etmemle bendeki feryat, figan, ağlamadan dolayı ablamın çok korktuğunu hatırlarım.
 
         Annemin teyzesinin evine gidip orada kanamanın nasıl durdurulduğunu bilmiyorum. Ama bildiğim ertesi günü ilk defa ilçeye ve doktora gittiğimizdi. O zaman daha dört yaşında idim. Hastanede yattığım ve orada annemin yaşlı bir kadınla sohbet etmesi hala gözlerimin önünde. Gözlerimin önünde olan sadece sohbet değil elbette. Kocaman yeşil kabuklu top şeklindeki bir şeyi bıçakla dilimlediklerini de hatırlıyorum.
 
         Yattığım yerden hem kestiklerine bakıyor hem de neden evimize gitmiyoruz diye düşünüyordum. Yaşlı kadın bir dilimde oğlana ver sonra bir yeri şişer demişti. Getirdikleri şeyi onları taklit ederek tabiri caizse kemirerek yediğim an çok önemliydi. Tadı harika bir şeydi, bir dilim daha isteyemedim. Adının karpuz olduğunu çok sonradan öğrendiğim yiyeceğin yeşil kabuğunu bile sıyırışım hayatımda önemli bir yer tutar.
 
         Hayat işte insanın karşısına neler çıkarıyor. Çeşmede neden düştüğümü hastaneye neden gittiğimi biraz büyünce öğrendim. İki yaşında iken üşütmüş ve romatizma olmuşum. Romatizmadan kaynaklanan iltihaplar kalbime zarar vermiş aort kapakçığı görevini tam yapamaz hale gelmiş. İlçede ki doktor bunun acilen Ankara’ya gidip ameliyat olması gerekir demiş. Bu ameliyat için on bin lira gerekir demiş annemin cevabı çok manidar:
 
         -Bu parayı bulamayız. Eğer ölürse bir çocuğumuz daha olur !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder